10 Mart 2011 Perşembe

Pokırfeys



Dedim ki neden gülüyorsun dedi ki çünkü yüzüm pürüzsüz, dedim ki yalan söyleme dedi ki hepsi dove yüz sabunu sayesinde, dedim ki itici oluyorsun dedi ki ph değerim tam yerinde, dedim ki bunun için kaç para verdiler dedi ki sevgilim de yüzüme bayıldı, dedim ki sen bir sabun kutususun sadece, dedi ki hayat yumuşacık bir yüzle güzel, dedim ki bir yalanın parçasısın anla dedi ki gerçekten çok etkili, dedim ki hayatta daha önemli değerler var, bak Türkiye’de her gün kadınlar onlarca tacize maruz kalıyor, tecavüz haberleri bitmek bilmiyor, töre yüzünden öldürülenler, kocası tarafından zulüm görenler, tehditler, imalar ve yaşanan onca pislik yüzünden yüzümüz kara sen nasıl böyle konuşuyorsun dedi ki hepsi dove sayesinde, dedim ki sağırsın değil mi dedi ki Türk dermatologları da dove’u tavsiye ediyor, dedim ki Türkiye’nin biraz da diğer yüzünü göster yiyecek mi dedi ki her şey bu dünyada tozpembe. Haklısın dedim, kelimelerin bittiği yerdeydim.

Foto

4 Mart 2011 Cuma

Objection!



Duruşma salonu boş gibi. İzlemeye gelen iki üç insan var. Bazılarını gözüm ısırıyor, bazıları acımdan zevk almaya gelmişler. Ellerimde kelepçelerim, hakimin karşısında tam da avukatımın emrettiği gibi duruyorum; başım öne eğik, mağrur, pişman. “Kızım,” diyor hakim, “nasıl böyle bir sorumluluğun altına girdin? Sonuçlarını tahmin edemedin mi?” Başımı yerden kaldırmıyorum, gözümden sahte gözyaşım süzülüyor (avukatım bunu nasıl yapacağımın sırrını verdi, aktörler sanırım artık beni etkileyemezsiniz). “Hakim hanım”, diyorum. “Bilemedim. Bir karar vermem gerekiyordu, benden beklenen buydu. Ben de yüzde elli ihtimalle doğru olanı yaptım.” “Küstahlaşma” diyor hakim. Af diliyorum. Geldiğimden beri suratına bakamadım, neye benzediği hakkında hiçbir fikrim yok. Avukatım bunun sinir bozucu olacağına karar verdi. Hakime bakmam onu kızdırabilirmiş. Neden diye sormadım. Duruşma devam ediyor.

Görüş alanımda on yedi kalebodur parçası var. Üç kere saydım ama artık yeter, daha fazla saymama gerek yok. Ellerimle oyalanıyorum. Bu sırada avukatım bir şeyler geveliyor. Hayatın getirdikleri ve Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisiyle ilgili. Benim de ihtiyaçlarım varmış. Üç, dört, beş ve altıncı adımları gerçekleştirmeye çalışıyormuşum sadece. İstedim be sadece, ondan! diye bir çıkış yapsam ne komik olur şimdi. Gülmemeliyim, gülmemeliyim... Sanırım suratımın vidaları gevşedi, neyse ki başım önde, gören yok. Avukatım bir iki kere öksürdü şimdi. Bu aramızdaki uyarı dili. Kısaca bana kıçını kurtarmaya çalışıyorum neye gülüyorsun gerizekalı demeye çalışıyor. E haklı. Nerden görüyor suratımı bu kadın? Duruşma devam ediyor.

Davacılar teker teker konuşmaya başladı. Sanırım çok fazla davacım var. Tam sayısını bilmiyorum ama birçok insanın hayatını etkilemişim. Önce annem ve babam geldiler. Suçlayıcı değiller ama sanırım seslerinde bir sitem var. Başımı kaldıramadığım için yüz ifadelerini göremiyorum. Umarım sen bunu hak ettin ya da ben sana söylemiştim ya da anne olunca anlarsın mimiklerini kullanmamışlardır. Ya da kullanırlarsa kullansınlar, nasılsa göremiyorum, ha ha. Tanık olarak kardeşlerimi çağırdı mübaşir. Çağır mübaşir çağır. Ne bet sesin varmış. Duruşma devam ediyor.

Kiraladığımız evi bizden önce kiralama hayalleri kuran bir çift var şimdi davacı olarak. Hakim hanım onları dinliyor. “Biz” diyor genç adam, “o evi çok sevmiştik. Orayı sevgimiz ve Ikea’nın yardımıyla yuvaya çevirecektik.” E ben napıcaktım? Lafa bak şimdi. Neyse benim şu anda konuşmam yasak. Ellere konsantre ol Cansu. Çok güzel olmamakla birlikte ne düzgün ellerim var benim. Ellerimi çok seviyorum. Öpesim geldi ama sanırım şu an biraz yakışıksız kaçar. Duruşma devam ediyor.

Sırada alt komşumuz var. “Hakim hanımcım” diye lafa başladı yalaka herif. “Geceleri o kadar çok gürültü yaptılar ki eşimle birbirimizi duyamaz olduk. Birbirimizi duyamayınca yanlış anlamaya başladık, sonra kavga etmeye... Şimdi inanır mısınız, buradan kendi boşanma duruşmama gideceğim. Ben karımı seviyorum hakim bey, ayrılmak istemiyorum. Arkadaşınıza söyleseniz de bizi ayırmasa? Üçüncü salon saat ikide mahkeme. Hepsi ama hepsi bu kadının suçu.” Sanırım şu an nasır parmağıyla beni işaret ediyor. Benim parmaklarım çok güzel. Duruşma devam ediyor.

Bir sonraki davacı kendi yerine sadece avukatını yollamış. Haliyle kim olduğunu sesinden tanımıyorum. Avukat konuşmaya başladı. “Müvekkilim maddi manevi hırpalandı bu olaydan.” diyor. Ulan sanki evini başına yıktım. Profesyönel iş hayatı ve aktif sosyal hayatı birtakım sektelere uğramış. Evden tam 3 gün çıkmamış üzüntüsünden. Aman kıçım. Ben seni tanıyorum ya, neyse ağzımı açıp tek kelime söylersem bu hakim bana sarar. Susayım ben, mağdurum. Duruşma devam ediyor.

Bunca saat nasıl acıkmadım diye düşünüyordum ki bir sonraki davacı sebebini açıklamış oldu; midem. Vücudumun parçaları bile bana isyan ediyor nasıl pislik bir insanmışsam? Onca yıl yedir içir, zevk için ye, zevk için doyur, onca çikolatayla, tatlılarla, dünya mutfağından seçmece yemeklerle besle, sonunda gelsin o da seni dava etsin. Peh. Şu an muhtemelen hakim ona bakmıyordur, çünkü ne yalan söyleyeyim, son zamanlarda aşırı çirkin bir çıkıntı haline gelmişti. “Böyle değildi eskiden” dedi, “iyi bakardı bana.” E heralde iyi bakardım güzelim, sen benim midemsin. Kalkıp neden beni dava ediyorsun orospu? “Kavgalar başladığında önce her şeyin yoluna gireceğini sandım. Sonra ilişkisi onu hırpalamaya başladıkça, o da beni hırpalamaya başladı. Çok yüklendi bana. Dur dedim, durmadı. Geri yolladım, aldırmadı. Sonra zamanla stresini bana yükledi. Başladı ağrılar. O acıyı çekiyor diye ben de acı çekmek zorunda mıyım hakim hanım?” STRESTEN BE STRESTEN ONLAR. Sen de o kadar hassas olma, ben mi dedim sana bu kadar zayıf ol diye (manen)? Neyse içimden bağırıp çağırmamın hiçbir anlamı yok. Şu an dışarda duruyor, duymaz beni nasılsa. “Başka bir bedene tayinimi istiyorum hakim bey.” Yok ebeninki. Ulan herkesin derdi ayrı bir hoş. Sen benim elime kalırsan yandın keten helvam. Neyse... Duruşma devam ediyor.

Daha neler? Evin tavanı geldi. Görüş alanıma biraz girdiği için tanıyabildim onu. Da onun ne işi var burda? “Kendime olan tüm güvenimi kaybettim hakim hanım, üç aydır bulamıyorum.” Ben mi çaldım? “Ben yıllarca nice çiftin başında nöbetçi oldum. Onları sesten korudum, soğuktan/sıcaktan korudum, hatta harcımdaki kireç sayesinde –ne kadar kaliteli malzemeden yapıldığım hakkında bilare konuşuruz- haşarattan korudum. Evlerini yuva yaptım, en özel anlarını onlarla paylaştım. Ama bu kadın...” Ben? “Bu şirret kadın...” Oha! “Bu kadın her kavganın sonunda yatağına uzanıp bana dik dik baktı hakim hanım. Önceleri benimle iletişime geçmeye çalıştığını düşünüp biraz heyecanlanmadım değil.” Ampul ondan yerli yersiz sallanıyordu demek. “Ama sonradan işinin renginin bu olmadığını anladım. Ben insan sarrafıyım hakim hanım. Siz suçluya bakar, sesinden, savunmasından, dış görünüşünden masumiyetini anlarsınız, ben de yaydığı enerjiden. Bana sadece negatif enerjisini yolladı bu kadın. Önce bulunduğum odayı, sonra tüm evi bu enerjiyle kapladı. İnanır mısınız, şimdi eve bir parapsikoloji uzmanı ile gitsek, tavanda katman katman katot bulur hakim hanım. Sadece bu da değil, üzerimdeki her kıvrımı sürekli daha farklı bir şeye benzetmeye kalkıştı bu deli kadın. Hepsi aynı olmasına rağmen, her gün değiştiğini iddia etti. Öyle bir şey yok hakim hanım, benim karakterim sağlamdır, değişmem. Ustam öyle uygun görmüş, o kıvrımlarla yaratmış beni. Bu kadının o kıvrımları ne Türkiye haritasında Hatay’a benzetmediği kaldı, ne dayısının kızı Yasemin’e. O benzettikçe ben de gücümü ve harcımı sonuna kadar kullanarak kıvrımlarımı belirginleştirdim, parlaklık verdim, ama o iflah olmadı. Sürekli beni bir şeylere benzemekle suçladı. Bu kadın yüzünden en sonunda ben de kendimi sorgulamaya başladım hakim hanım. Bu kadın özgüvenimi yitirmemi sağladı. Halbuki bunlardan önce eve bakan çift ne şirin, ne tatlıydı. Biraz önce koridorda karşılaştık onlarla, beni tanımadılar. Düşünebiliyor musunuz, beni ta nı ya ma dı lar. Bu şirret kadın yüzünden öyle büyük bir bunalıma girdim ki üzerimdeki tahribat yüzünden kimsenin karşısına çıkamaz hale geldim. Ben ki 24 yıldır görevimi büyük bir mutlulukla yapan yatak odası tavanı, bakın ne hallere geldim... Davacıyım, bunu tavansız bir hapse atın hakim hanım.” Söyleyecek tek kelimem yok, şu ana kadar çıkanlar arasında en haklı davacı sanırım o. Duruşma devam ediyor.

Beni daha kaç kişi suçlayacak bilmiyorum. Bir karar verdim, sadece bir karar. Onca katil, kaçakçı, hırsız ortalıkta dolanırken benim neden üzerime bu kadar geliniyor? Avukatım bile benden nefret ediyor. Bu davayı da sadece bu kadar imkansız bir davada bile, bir nebze olsun indirim alırsa ünleneceğini düşünerek aldı. Sürekli bana emirler veriyor. Sürekli hakim beni azarlıyor. Davacılarım bitmiyor. Kendi bedenim bile bana ihanet ediyor. Ben ise yerdeki on yedi kalebodur ve güzel ellerim dışında kimseyle iletişime geçemiyorum. Suçlu bulunursam, ki bulunacağım kesin gibi, hakimin yüzüne bakıp sen hayatında hiç mi hata yapmadın be allahsız demek istiyorum. Ama hala yüzümü yerden kaldırıp bakacak cesareti bulamıyorum. Çünkü hakimin ben olmasından birazcık tırsıyorum.



Foto