1 Ekim 2013 Salı

BU ARALAR NE ARALAR?


Keyfim yerinde. Kitap seçerken, şarkı seçerken, yazı seçerken ilk cümleye bakan insanlar olduğunu biliyorum, bu yüzden kandırmak için yazdım. Keyfim yerinde değil. Şu an dinlediğim şarkıdaki adamın keyfi yerinde. Öyle diyor.

Keyfim yerinde değil. 2. paragrafın ilk cümlesine bakan insanlar olduğunu duymadım ama varsalar, onları kaybetmiş olabilirim şu an. Devam etmek isteyenler için 3. paragraf geliyor.

Keyif nedir ki? Çok keyifli dakikalar geçirdiğini yazan insanlar gördüm. Bir de TV programlarında geçer bu. Keyfekeder var bir de, daha umarsız. Keyif benim köy Ahmet Ağanın ile aynı anlamda. Keyifhane vardı Kadıköy'de, Kadıköy'ü özledim. Ama keyifsizliğim bundan değil. İstersem giderim, bütün zamanlar benim. Evde işsiz oturuyorum.

Keyif verici maddeler var bir de. Aslında verdikleri şey keyif değil. Bazen enerji, bazen durgunluk, bazen bayılma hissi. Neden keyif verici demişler diye sorarsan sayın okuyucu, Türkçe'nin keyfine öyle gelmiş diyerek bir keyif cümlesi daha kurabilirim.

Keyfi istersem çatarım, istersem bilirim, istersem sürerim, bakarım, bozarım, bazen kahyası bile olurum. Ama şu an hiçbirini yaşamıyorum. Çünkü keyfim kaçtı. Dağa kaçmadı, zaten o dağ da hiç yanıp bitip kül olmamıştı.

Keyif şu an başkalarıyla birlikte. Aramız biraz limoni. Ne zaman geleceğini sordum, keyfime göre dedi. Sanırım benden bir hareket bekliyordu.

Bir seyahate çıkacağım, ben de bu konuşma üzerine onu çağırdım. Bakarız dedi. Aslında bu çok olumlu bir cevap değilmiş gibi duruyor ama cümle içinde kurunca yanıldığınızı kanıtlayacağım. Keyfimize bakarız. Yani gelecek gibi. 2 hafta sonra keyifle aramız düzelecek yani. O zaman keyifli dakikalar geçireceğim.

Keyif aslında yaşadığım yere yakışmıyor. Mesela çok güzel elbiseler vardır ya, herkese yakışmaz. Bu da öyle bir şey. Kelime güzel, ama buralara 3 beden büyük duruyor. Yakası oturmamış gibi, kilolu göstermiş gibi. Bu yüzden birlikte seyahat etmek ikimize de iyi gelecek.

Şu an durgunlayım. Durgun çok konuşmuyor, o yüzden biraz sıkılıyorum. Arada bir laf atıyorum, gülümsemekle umursamamak arasında bir mimik yapıyor. Buna da şükür, beterin beteri var. Ya üzgünle olsaydım? O bütün enerjimi çalıyor, kötü bir alışkanlıktan ziyade, kleptoman gibi. Alışkanlığın çaresi var, hastalığın yok. Artık nadiren uğruyor. Eskiden çok yüz verirdim, gitmezdi. Şimdi onu istemediğimin farkında, ben artık kaçayım diyip uzatmadan uzuyor. İlişkileri kontrol altına almak gerek.

Durgun geçen gün ilk defa konuştu benimle. Çok sıkılıyorum dedi. E hadi çıkalım dedim, omuz silkti. Çıkmayalım mı yani dedim, nereye gidicez ki dedi. Kalkıp bir çay koydum ben de. Oturduk, televizyon izledik. Onu seyahate çağırmadım çünkü keyiften hoşlanmıyor. Yan yana durduklarını çok görmedim. Keyfin esprilerine bile gülmüyor, ortalık biraz geriliyor. Arkadaş gruplarını ayırmam gerektiği gibi onları da ayırmak zorunda kalıyorum. Biraz yorucu ama en doğrusu.

Durgunun gitmesini istiyorum artık ama o çok umarsız. Kalk git desem üzülmez, üzüleceğinden de değil zaten. Hazırlanıp evden çıkmak zor geliyor ona. Ayağını uzatırken bile oflayıp pufluyor. Gece benim kediler gidip tepesinde uyuyor, onları bile kovalamaktan aciz. En yakın arkadaşının bıkkın olması yüzünden hep. Üzüm üzüme baka baka kararıyor. Yakında beni de karartacak.

Aslında hiçbirine ihtiyacım yok, ama biri gitse ötekisi geliyor bunların. Onlarla yaşamaya alışmaktan başka şansım kalmadı gibi. Kabullendim ben de. Seçme şansım olsa hep keyifle takılırım. Ama o da nasıl desem, biraz cool. Geliyor ama tam alışmışken gidiyor. Başkaları ona daha cazip geliyor.

Sanırım onu kendime bağlayacak bir yöntem bulmam gerek. Ya da onun varlığına ihtiyaç duymamı engelleyecek bir şeyler. Arayacağım ama durgun yüzünden pestil gibiyim. Şu seyahate bir gideyim, sonrasında çaresine bakarım.

Ben en iyisi kalkıp bir çay koyayım. Durgunla içer, akşam dizilerine bakarız. Bugün de böyle geçer.

15 Eylül 2013 Pazar

KURUMSAL KURUNTUSAL


Özlük işleri; yani özünden sıyrılmışları kendine getiren resmi evrakların düzenlemesini yapan departman. Kişi bir şekilde hayallerinden uzaklaşmış, hayatındaki amaçlarını unutmuş, birey olarak gücüne yabancılaşmış duruma geldiğinde departmandan gelen a.s.a.p bir mail ile öncelikle kendine getirilir. Bu uyarı ile birlikte kişi özlük evraklarının düzenlemesi için departmana uğramak durumundadır.

Özlük evrakları;


  • Anaokulu resimleri 
  • Aşk mektupları 
  • İçlendiği şiir sample’ı 
  • İç çektiği hikaye 
  • Uzaklara daldığı şarkı 
  • Rüyalar listesi 
  • Ölmeden önce yapılacaklar listesi (2 nüsha) 


Listedeki dökümanların güncellemelerinin gerçekleşmesinin ardından raporlama prosesi gerçekleştirilir. Özlük işlemlerinin en önemli kademesi budur.

Raporlama

Özlük dökümanları arasında güncellenmesi mümkün olmayan nüshalar bulunmaktadır. Kişinin uzak geçmişine ait bu evraklar aynı zamanda özlüğünün köklerini oluşturur. Çocukluk dönemine ait resimler, hayaller ve deneyim içerikleri bu nüshalar arasındadır. Kişinin aldığı eğitim ve ilhamlar doğrultusunda, gelecek hayallerini şekillendirebilecek dökümanlar çeşitlidir. Özlüğün doğasında bulunan gelişim bu dökümanlarda gözlenir. Kişi etki alanına girdiği notaları, kelimeleri, görsel dünyayı, hissel dünyayı, dürtüleri, şaşkınlık ve cinsellik içerikli tüm mimikleri güncellemek durumundadır. Aksi halde kişisel gelişim tamamlanmamış sayılacaktır.

Yapılan değişiklikler tüm proseslerinin detayları ile bilinçaltına kaydedilecek, raporlaması sorumlu olduğu geleceğe sunulacaktır.

Kişi özlük işlerini sürekli gözlemlemekten/güncellemekten sorumludur, aksi halde yaşamının anlamını sorgulama yetisinden men edilecektir.

14 Ocak 2013 Pazartesi

UYANIŞ

Gördüklerimi anlatsam kuşlar göçer bu topraklardan, atlar sürer 4 nala çatlayana kadar... Saray bilse olanları, tövbe estağfurullah cincilerde ararlar dermanını... Halk öğrense kaçar şehr-i cennetten taslarını, altınlarını, karılarını bırakıp... Allahım ne büyük bir dert verdin başıma ki âmâ olmayı diledim, zanaatımın adını zikredemez, toprağa adımımı basamaz oldum. Ben ki Lağımcıbaşı Kemal, ben ki ağacın kökünü, hayvanın sürünenini yoldaş etmiş savaşçı, döşeğinden çıkamaz oldu... Geceleri rüyalarıma girdi o hilkat garibesi... Gulyabani desen değil, hayvan leşi desen değil, bir garip yaratık. Rengi beyaz, gözünde fer yok. Ah ben o kaleye girmeyelim demiştim, ah ben o büyücü halkından hayır gelmez demiştim... Dedin Kemal ama kime? Hikmet'e, Bedri'ye. N'apsın ki o zavallılar? Onlar da hepi topu benim gibi emir kulları, Lağımcı Ocağı'nın demirbaşları... Yerin 15 metre dibinden usul usul kazarken fark etmem icab ederdi. Düşmanın toprağının dibinde yaşayan bir tane canlı olmamasından, derinden gelen uğultulardan bir durum olduğu belliydi. Çekici vurdum, çekiç bir şeye çarptı. Bir et ama kansız, et döndü bana, bir kul ama cansız. Geri geri kaçarken ben baktım hareket ediyor, usul usul bana geliyor. Elimdeki dinamiti attım aramıza, son duamı ettim, döndüm ellerimle kazdığım çukurun sağ koridoruna... O günden beri tek kelime edemiyorum. Allahım al canımı, al yoksa günahı boynuma...