14 Ocak 2013 Pazartesi

UYANIŞ

Gördüklerimi anlatsam kuşlar göçer bu topraklardan, atlar sürer 4 nala çatlayana kadar... Saray bilse olanları, tövbe estağfurullah cincilerde ararlar dermanını... Halk öğrense kaçar şehr-i cennetten taslarını, altınlarını, karılarını bırakıp... Allahım ne büyük bir dert verdin başıma ki âmâ olmayı diledim, zanaatımın adını zikredemez, toprağa adımımı basamaz oldum. Ben ki Lağımcıbaşı Kemal, ben ki ağacın kökünü, hayvanın sürünenini yoldaş etmiş savaşçı, döşeğinden çıkamaz oldu... Geceleri rüyalarıma girdi o hilkat garibesi... Gulyabani desen değil, hayvan leşi desen değil, bir garip yaratık. Rengi beyaz, gözünde fer yok. Ah ben o kaleye girmeyelim demiştim, ah ben o büyücü halkından hayır gelmez demiştim... Dedin Kemal ama kime? Hikmet'e, Bedri'ye. N'apsın ki o zavallılar? Onlar da hepi topu benim gibi emir kulları, Lağımcı Ocağı'nın demirbaşları... Yerin 15 metre dibinden usul usul kazarken fark etmem icab ederdi. Düşmanın toprağının dibinde yaşayan bir tane canlı olmamasından, derinden gelen uğultulardan bir durum olduğu belliydi. Çekici vurdum, çekiç bir şeye çarptı. Bir et ama kansız, et döndü bana, bir kul ama cansız. Geri geri kaçarken ben baktım hareket ediyor, usul usul bana geliyor. Elimdeki dinamiti attım aramıza, son duamı ettim, döndüm ellerimle kazdığım çukurun sağ koridoruna... O günden beri tek kelime edemiyorum. Allahım al canımı, al yoksa günahı boynuma...