22 Şubat 2011 Salı

deve-cüce




Cüceye sordum orada havalar nasıl diye. Cüce dedi ki saçmalama, aramızda taş çatlasa 1 metre var, o da taş çatlasa. Taş çatladı sonra, anladım ki gece gündüz arasında büyük derece farkı var. Öyle demişti coğrafya hocam, taşlar çatlar, kuma döner, çöller oluşur demişti. Havada demek ki çöl sıcağı var. Deveye sordum orada havalar nasıl diye. Deve dedi ki saçmalama, aramızda taş çatlasa 1 metre var, onun da lafı mı olur canım? Taşı meğersem deve çatlatmış. Çöl sıcakları deve yüzündenmiş. Develer o yüzden çölleri severmiş. En rahat çöl sıcaklarında yaşarmış. Ben de gittim taş taş üzerinde bırakmadım. Deve olmadığımı unuttum, deve için uygun ortam olsun diye, evimi bağımı harcadım. Nerden bilebilirdim devenin samimiyetsiz olduğunu? Şimdi cüceyle yakın arkadaşız, arada buluşup ayakkabı çalıyor, içine girip, evcilik oynuyoruz.

Foto

16 Şubat 2011 Çarşamba

Adalet



Biz buralarda böylelerini sevmeyiz aslında.

Barınamaz yani annatabildim mi. Suçun da adabı vardır, işlediysen işledin, sebeplerin vardı. Kader mahkumuyuz hepimiz burada annatabildim mi. Durup dururken kimse katil olmaz, kimse hırsız olmaz. Şeytana uyduk, yaptık hepimiz. Hiçbirimiz anamızın karnından suçlu doğmadık annatabildim mi. Kaderimiz böyleymiş, çekiyoruz. Ben mesela aç kaldım, çocuklarım aç kaldı. Gözüm döndü, gittim Necati abinin dükkanını soydum. Neden? Çünkü evde bebe süt bekliyordu, karı ekmek bekliyordu. Allah bana 5 çocuk nasip etti. Beşi de görsen, pırlanta gibi. Kısmetleriyle gelirler dedik. Zaten günah öyle çocuk aldırmakmış falan dinimizce. Cahil adamız, engelleyemedik de. Ne yaptıysam çocuklarım için yaptım ben, annatabildim mi. Kısmetse 5 ayım kaldı. Çıkınca tövbe. Bulucam doğru düzgün bir iş. Çöpçülükse çöpçülük, hammallıksa hammallık, kölelikse kölelik... Çocuklar da, hanım da perişan bensiz annatabildim mi.

Ama bu it öyle mi? Gitmiş öldürmüş. Hadi cinnet anıydı, canına kast etmişti dersin, anlarsın. Burada hepimiz kader mahkumuyuz. Ya bu it? Gitmiş acımadan bir daha öldürmüş, bir daha öldürmüş. Yetmemiş, günahsız zavallı bir kızcağıza, tövbe estafurullah tecavüz etmiş. Benim de gelinlik çağında kızım var, annatabildim mi. Böylelerini taksim meydanında sallandıracaksın, ibret olsun tüm şerefsizlere diye. Şimdi bu herif çıkıyor. Beraat ediyor anlayacağın yarın. Ben hala eve ekmek götürmek istedim diye burdayım. Annatabildim mi. Hak mı bu? Adalet mi? Takdir-i ilahi yazıyor bunların hepsini ama, gün gelecek hepimiz karşısına çıkacağız. Hadi ben bebelere, karıya bakmak için yaptım, çok da pişmanım diyeceğim. Ya bu it ne diyecek? Diyecek lafı mı var? Gidecek cehennemin 7. katına, görecek çok afedersin ebesininkini. Bu ülkede hak hukuk yok, bak bu it çıkıyor yarın. Diğer dünyada dürülecek defteri inşallah. Şerefsiz it. Ben de tüküreceğim diğer tarafta suratına. Hepimizin hepimiz üzerinde hakkı var. Soracak allah hakkını helal ediyor musun buna diye. Hayır diyeceğim, böylelerine hak helal edilir mi? İtin dölü, namussuz.

Biz buralarda böylelerini sevmeyiz, annatabildim mi. Yaşatmayız, erkenden yollarız öteki tarafa. Ya da bu deliğe girdiğine gireceğine pişman ederiz. Bütün işleri yaptırırız, tehdit ederiz, malını elinden alırız, gerekirse işkence ederiz, annatabildim mi. Böyle itler buna layık, buraların adaleti böyle. İşine gelmiyorsa yapmayacaktı. Mapus kanunlarını herkes bilir, annatabildim mi. Burada dışardaki kanunlar geçmez, bizim adaletimiz böylelerini analarının karnından doğduğuna pişman ettirir. Bu yüzden dışarda gürleyen burada pısar. Pısacak tabi şerefsiz itin dölleri. Ama buna kanun nizam geçirmedik. Daha doğrusu geçiremedik. Beceremedik. Bak bu koğuş 25 kelle. 24 kelle bir iti sindiremedik. Neden? Çünkü biz de insan evladıyız. Korktuk gazabından. Hepimizin anası, karısı, bebeleri var. Hepsi inanır mısın yollarımızı gözlüyorlar. Bu it insan değil ki, insan azmanı. Endamına bak herifin, tek başına üç, bilemedin iki buçuk adam. Kollar desen bacak boyunda. Tip desen şeytan görse korkar arkamıza saklanır. Bu iti burada değil, neydi o zindanlar, yedikule mi ne, orada saklamak lazım. Böylesi adamı keser de asar da. İtde vicdan yok ki, insaf yok ki, karartmış gözünü 5 kişinin canına kıymış. Mapusa girmiş girmiş çıkmış. İflah olmamış. Biz mi iflah edeceğiz bunu, peygamberi gelse edemez.

Bizim de bekleyenimiz var, annatabildim mi. Böylelerine bulaşırsan sonun kötü. Bak bu itin ranzasında bile kimse yatmaz. Masasında kimse oturmaz. Tırstık elin canavarından tırstık. Bak burada 25 kelle var, 24’ü erkekliğinden utansın, nağmerde bir sille atamadık. O kocaman ellerle bir tokatlasa adam öldürür, gözüne gelmez, içi sızlamaz. Böylelerini zindanda tutacaksın, annatabildim mi. Bu itin yeri mapus değil, bize yazık, vallahi de billahi de bize yazık. Anam bacım olmasa, annatabildim mi...

.......


Yarın çıkacağı doğrudur.

En başından beri sakin, düzenli cezaevimize böyle bir suçlunun gelmesini istemedim. Bakın burada hırlısı var, hırsızı var, adam öldürmüşü var, sahtecilik yapanı var, uyuşturucu satanı/müptelası var... Ama böylesiyle karşılaşmak zor. Nizam benim için önemli, cezaevimin adının geçeceği herhangi bir haber beni derinden yaralar. Gözüm makamımda değil, ben işimi severek yapıyorum. Müdürü olduğum devlet biriminin de adının orada burada geçmesini istemem.

Burada 27 personelimiz var. Her gün düzenli eğitimlerimiz var, atölyemiz var, kütüphanemiz bile var. Sanırsın ki okul, cezaevi değil de Geçenlerde bahçeyi bile düzenledik. Mahkumlarımız yaptı hem de. Bakın onları topluma kazandırmak için neler düşünüyoruz. Kim bu cezaevine kötü diyebilir ki efendim?

Disiplin odalarımız da mevcut tabi, o televizyonda gördüklerinize bakmayın. Abartıyorlar. Biz suçlularımıza kanunlara uygun yaptırımlarda bulunuyoruz. Bakıyoruz ki koğuşta huzursuzluk yaratıyor, kaçma girişiminde bulunuyor, dışarıdan kanuni olmayan maddeler içeri sokuyor, dersini alması için disiplin koğuşuna koyuyoruz. Yok dayakmış, yok işkenceymiş, yok böyle şeyler efendim. Burası kurallara uyan 27 personelli, düzgün bir cezaevi. Burada herkes işini kanunlara uygun şekilde yürütüyor. Siz de hak verirsiniz ki bu kadar suçluyla uğraşmak zor. Arada tabi ki bazı aslı olmayan haberler çıkıyor. Bu kadar suçlunun olduğu yerde böyle dedikoduların dönmesi normaldir efendim. Kimse gelip bize sormuyor ki aslı astarı var mı diye. Olduk olmadık yazıyorlar gazetelere. E napalım, cevap verip devletin memurunu onların seviyesine mi düşürelim? Hiç devletin koca memuruyla koğuştaki suçlu bir tutulur mu efendim, olacak iş değil.

Burası kalabalık bir cezaevi. Koğuşlarımız 24 kişilik, gerekirse 30’a kadar çıkarıyoruz. Bunca suçluyla uğraşmak zor. Devletimiz af çıkarıyorsa bir bildiği vardır. Bunca suçluyu besliyoruz, bunun sadece yemeği yok, elektriği var, suyu var, eğitimi var, var da var... Bazı kanunların değiştirilmesi, afların yaşanması çok normal. Devletimiz hangi suçlara ne kadar af vereceğini bilemeyecek mi? Haşa.

5 cinayeti, 4 gaspı, 1 tecavüz suçu olduğu doğrudur. Gelmesini inanın ne personelim ne ben istemedik. Ama devlet böyle uygun görmüşse boynumuz kıldan ince. Şimdi yine yüce devletimizin kanunlarıyla affedildi. Bize bir şey söylemek düşmez, devletimiz uygun gördüyse napalım efendim? Bir bildiği vardır elbet. Bakın ben tam 32 yıllık cezaevi müdürüyüm, kimseye ne yapacağımı soruyor muyum? İşimi benden iyi kimse bilemez, nizam dedin mi, disiplin dedin mi orada bir dur derim. O benim işim çünkü. Bakın burada 27 personelim var, her şey tıkırında. Suçluların yemekleri düzenli veriliyor, topluma kazandırılmaları için uğraşılıyor, kimse bunların yanlış olduğunu söyleyebilir mi efendim? Söyleyemez, çünkü devletimizin kıdemli bir müdürü var bu cezaevinin başında. E ben şimdi kalkıp devletimizin hakiminin işine nasıl karışırım? O memurumuz işini bilmiyor mu? Tabi ki biliyor, böyle uygun görüldü, çıkacak.

Sevinmek ya da üzülmek bana düşmez. 32 yıllık müdüriyet hayatım boyunca hiçbir suçlu ile kişisel bir iletişime girmedim, haşa. Adam kayırmak bizim işimiz mi efendim? Biz işimizi doğru düzgün yapmaya çalışıyoruz sadece. Sağolsun valimiz emeklerimizi görüp bize bir teşekkür plaketi bile yaptırdı. Orada, duruyor işte. Gittiğine ne sevinirim, ne üzülürüm. Yarın belirtilen saatte çıkarılacak. Bize bir şey söylemek düşmez. İşlemleri kanuna uygun şekilde yapılacak.

......

Üniversitede psikoloji okudum. Ayrıca insan davranışlarını daha iyi kavrayabilmek adına tıptan birkaç 1. sınıf dersi aldım. Genetik ve nörolojiye genel hatlarıyla hakimiyetim var. Şimdi de master’ımı yine psikoloji bölümünde, suça eğilim sebeplerini araştırmak üzere yapmaktayım. Tezim geniş bir yelpaze ile suça eğilim sebeplerini ele alıyor. 3 genel başlığa ayırmak gerekirse; kişilik bozuklukları, ruhsal bozukluklar, sosyal ve çevresel faktörler.

Şimdi konuya önce hukuki yönden bir bakalım. Ülkemizde ruhsal bozukluğu olan hastaların işlediği suçlardan sorumlu olup olmadığı adli tıp tarafından tespit ediliyor. Burada karşımıza isnad kabiliyeti çıkıyor, yani kişinin anlama ve isteme yeteneği. Çocuk yaştaki suçlular, psikozlar, duygulanımla ilgili bozukluklar, organik kökenli ruhsal bozukluklar, uyurgezerlik bozuklukları bu kabiliyetin eksikliğini doğurduğu için cezayı hafifletiyor ya da alınmamasını sağlıyor. Bu kişiler tam akıl hastalığı ve kısmi akıl hastalığı olmak üzere ceza hukukunca ikiye ayrılıyor ve cezai işlemleri buna göre veriliyor. Kişilik bozuklukları ise psikopati, sosyopati ve antisosyal kişilik bozukluğu olarak 3 kategoride değerlendiriliyor fakat bu bozukluklara sahip suçluların cezai ehliyetleri tam olarak öngörülüp, herhangi bir ceza indirimi alamıyorlar. Sosyal ve çevresel faktörlerin sebep olduğu suçlar, herhangi bir kategoriye birebir girmezken, göz önüne alınarak yargılanıyor.

Bunlar dışında ruhsal bozukluklar kategorisine alınabilecek ancak hukuk tarafından herhangi bir şekilde tanınmayan, geçmişte tartışmalara sebep olmuş, kalıtsal bir engel olarak bazı çevrelerce tartışılan bir kategori daha var. Bozuk kromozom yapısı. Kadın XX, erkek ise XY kromozomlarına sahiptir. Döllenme sırasında oluşan bazı sapmalar bu kromozomların XXY ya da XYY şeklinde oluşmasına sebep verir. 1960’larda suçlular üzerinde yapılmış bir araştırmada XYY kromozomlarına 12 kat daha fazla rastlandığı tespit edilip, bu araştırmadan sonra çeşitli ülkelerde suç hafifletici sebepler kapsamına kalıtsal bozukluk başlığıyla alınmıştır. Özgür iradeyi etkilediği öne sürülen bu kromozomlarla ilgili tartışmayı ABD’de yapılan yeni bir araştırma sonlandırmış, bu kromozomların şiddetten ziyade zeka geriliğine sebep olduğu tıp tarafından kabul görmüştür. Ruhsal hastalıklara tek bir genin değil, birden çok genin etkileşiminin sebep olduğu kabul edilmekte, tek bir kromozom bozukluğunun hukuki süreçte kabul görmesinin mümkün olmadığı düşünülmektedir. Bu kromozomun sebep olduğu zeka geriliği bozukluğu, hukukta kendi kategorisinde değerlendirilir.

Sosyal ve çevresel faktörlerin kapsadığı yetiştirilme tarzı, aile yapısı, düşük sosyo-ekonomik yapı, toplum normları, sevgi yoksunluğu, hatalı ve eksik eğitim, baskıcı disiplin yöntemleri, işsizlik, göç ve sebep olduğu kültür çatışmaları, çocuk istismarı, gecekondulaşma, gelenek-görenekler, parçalanmış aile, suçlu bireylerin örnek gösterilmesi, yazılı ve görsel basında şiddetin sürekli vurgulanması, özendirilmesi, çıkan afların suç işleme korkusunu hafifletmesi gibi sebepler, suç işleyen bireylerde genel olarak görülen, sosyal araştırmalar sonucu ortaya çıkmış gerçekler.

Tüm bunlara istinaden 5 cinayet, 4 gasp, 1 tecavüz suçu olan hükümlünün adli tıptan alınmış herhangi bir raporunun olmaması ruhsal bozukluklar kategorisini elese de, kişilik bozukluğu ve bulunduğu sosyal-çevresel yapının durumu ile ilgili bize bazı ipuçları veriyor. Şu an aftan yararlanıp tekrar topluma karıştığunda suçlarını tekrar etme ihtimalinin oranı, ayrı bir araştırma konusu olarak incelenebilir.

........


Dışarı salıyorlarmış. Yarın.

Bana pis elleriyle dokunduğu her anı düşündükçe her gün ölüyorum. En azından yarın, onu öldürüp, son kez ben de öleceğim. İşin kötüsü öldükten sonra yine onunla aynı yere gideceğim. Adalet burada yok, diğer tarafta da. En azından kendi adaletim var artık. Bana o yeter, bir de dedemin beylik tabancası.

.........

Yarın çıkıyorum.

Hüseyin’i bulayım bana bir yer ayarlasın. Sonrasına bakarız.

.........


Foto

1 Şubat 2011 Salı

Ah şu tabelalar



Yılbaşının hemen ertesi günü. Sarıyer börekçisine topluca gidiyoruz ama midem berbat. Arabanın yaptığı her kaviste ağzıma geliyor içkiler, mezeler, kestaneli zavallı hindi. Biraz başım ağrımasına rağmen mutluyum. Mükemmel olması gerektiği söylenen bir gecenin hiçbir zaman mükemmel geçmeyeceğini öğrenecek kadar yaşa, çok güzel geçtiğini anlayacak kadar deneyime sahibim çünkü. Çok güzel bir geceydi ama araba tutuyor şu an beni. Güzel gecenin artıklarıyla arabayı süslemek istemiyorum.

Sol lobum onun bacağının üzerinde. 4 kişi ufacık aracın arkasına sığışmaya çalıştığımız için oldu aslında her şey ama sorun değil. Sevgilim sonuçta. Bir yandan da göz ucuyla rahatsız olup olmadığını kontrol etmek gerek tabi. Ben de 45 kilo sayılmam.

O kadar uzak, o kadar uzak bir yerdeyiz ki şehir denen şeyi görebileceğim işaretlere henüz tanık olmadım. Yani mesela daha hiç süper market göremedim. Yolda yürüyen topuklu ayakkabılar yok, ya da sokakta dolaşan simitçi. Onlar yerine inekler var, çamurlu yollar var, birkaç kurşun yemiş, eğilmiş, bükülmüş tabela var.

Tabelalarla alıp veremediğimiz nedir? Neyin simgesi ki kurşunların hedefi her defasında? Eğer istatistiği yapılıyorsa tahminimce belli bir ırka ya da özelliğe mensup kurbanlar arasında sanırım birinci sırada yer alır. “tabela İt. tabella (tabe'la, l ince okunur) 1. Üzerinde tanıtıcı, belirtici bir yazı, açıklama, işaret veya resim bulunan, tahta veya sac parçası, levha:” Hepitopu bir levha. Tanıtıcı, belirtici açıklamalara ihtiyaç da duyar aslında halkımız, adını sormadan önce nerelisin diye sorar, kürt müsün diye sorar, göçmen misin diye sorar, ne kadar maaş alıyorsun diye sorar. Böyle böyle tanır, nöronlara der ki bunu buraya koy, muamelesi orada görülecek. O halde şehir tabelaları neden hoşumuza gitmez? Yaşadığımız koca şehirde bizim aslında ne kadar küçük olduğumuzu mu hatırlatır egosuna zeval gelmeyen bünyemizde, ya da yükseklerde hissederken birden rakıma mı takılır gözler de inişe geçirir bizi? Yol ayrımları önceden ezberletilmiş bilgiler değil de kendi seçimlerimiz olduğunu mu hatırlatır? Daha da acısı, bu gerçekliğin yüzümüze vurulması mı bizi bozar?

Bilemiyorum, bunu bir araştırmak gerek.

Yol devam ediyor ve bitmek bilmiyor. Radyoda şansa çıkan şarkıların biri iyi, biri kötü. Fena bir ortalama da değil bu. Radyolarla aram olmadığını düşünürsem ertesi gün hediyesi olarak da görebilirim tabi. Pozitifim bugün, melankoli yok.

Sarıyer’e vardık, vardığımız gibi şehir bize nerede olduğumuzu hatırlatırcasına oyununu oynadı. (henüz unutmamıştık ki?) Arabayı park ederken dikiz aynasına çarpan ve umarsızca yoluna devam eden bir şehir ayısı geçti hemen yanımızdan. Ben lobumu hissedemediğimi fark ettim, arabadan çıktım hemen, olay yerini inceliyormuş gibi. Bu tatsız durumu unutmak adına börekçiye attık kendimizi. Az patates, az peynir, az kıyma 1 buçuk olsun abi.

....

Şu an tabiri caizse göt donduran soğuğunda ikimiz sahilde yürüyoruz. Sahilde yürümek martı sesleri, şirin kayıklar, lüks yatlar olarak kodlanmıştır ya, hiçbirinden eser yok etrafta. Martılar dün geceki havai fişeklerden korkup ruhlarını teslim etmişler, denizde leşleri öylece karaya çarpıp duruyor. Şirin kayıkların ve lüks yatların yerini de büyük yük gemileri almış durumda. Sahil değil, Las Vegas’ta Korku ve Nefret. Neyse yine de çok önemli değil, yolun sağındaki saçmasapan yapıları incelemek aklıma erken geldi çünkü.

Tarihi, pörsümüş binalar ve bakımsız balıkçılar sağda sıra sıra dizilmişler. Balıkçıların camlarındaki çirkin 2011 yazıları dikkate şayan. Büyük harflerle başlayıp sona doğru incelen fonetikleri ile yurdum esnafı beni şaşırtmadı. Şaşırtan daha başka, nasıl desem, daha başka bir ayrıntı.

Camlarına 2010 yazan bir balıkçı restoranıyla karşılaştı gözlerim. Adam 2011’i reddedercesine iddialı büyüklükte yazmış bunu. Her cama bir rakam gelmek üzere. İşin daha da garip kısmı rakamlar ters, yani içerdeki insanlar okusun diye ters yazılmış. İçeride yeni yıla girmek istemeyen bir güruh bulunmuş sanırım dün gece. Her yılın bir öncekinden daha tatsız olduğunu düşünsem de, değişen tek rakam insana biraz olsun mutluluk veriyor. Bu adamların alıp veremediği nedir?

Belki de 2011’de başımıza gelecek felaketlerden (öyle mi?) haberdarlar. Bilemiyorum.

Elimi tutan adam iki gün sonra başka bir ülkeye gidecek. Zaten geleli on gün olmamıştı. Daha elinin sıcaklığı elimi ısıtamadan gidiyor yani. Doğru mu yaptığımız, yanlış mı diye düşünmek yerine şu anı birlikte paylaşmanın derdindeyiz. Anın güzelliğini yakalamak önemli. Solumuzda ölü martılar, sağımızda virane dükkanlar, ortalarında biz. Ne kadar fotoğrafik değil mi?

Böyle düşününce kadraja girenler çok hoş değil ama yine de mutluyum. Israrla mutluyum. 2011’e girdiğimiz için değil (felaketler olacakmış zaten, balıkçı lokantasının yalancısıyım), temiz hava yüzünden de değil, herkes işe gidecekken, sonraki günlerde bol bol dinleneceğim için de değil. Gösterdiğim herhangi bir ayrıntıya ne demek istediğimi anlayarak bakan iki koca gözle birlikte, şu buz gibi sahilde yürüdüğüm için. Donduğu halde beni mutlu etmek için Sarıyer’in yarısını arşınlamaya ses etmeyen bir eli tuttuğum için. Ve o el, elimi ısıtmaya bunca uğraştığı için. İki gün sonra elimi ısıtmak için sobaya yaklaştırıp yakacak olma gerçeğim de şüphesiz şu an çok umrumda değil.

Benim neler düşündüğümü, olaylara hangi perspektiflerden baktığımı çok bilmiyor. Her gün kendime karşı ne kadar acımasız eleştriler yaptığımın henüz farkında değil. Başardıklarım ve başaramadıklarım da çok umrunda değil. Öylece bakıyor. Gözlerindeki umut, sevgi, içtenlik içimdeki kibiri, mutsuzluğu ve melodramı o an için alıp götürüyor.

Hiçbir zaman hayattan tam anlamıyla tatmin olamayacağım gibi acı bir gerçek var. Bunun farkındayım. Bu soğuk günde, bu berbat sahnede, bu mide bulantısıyla bile hayatın dramatikliğini düşünmüyorsam, bu bana bir artıdır bence. Hayatıma artı iki koca göz eklendi, önümü daha net görebiliyorum artık belki de. E daha ne, değil mi?

Ama 2 gün sonra gidiyor. 2482.68 km uzağa. 38 metre eklenmiş bir rakıma.

Tabelalarla alıp veremediğimiz nedir? Neyin simgesi ki her defasında kurşunlanır? Onlar bize mesafelerin uzunluğunu, yolların çokluğunu, tercihler yapmak zorunda olduğumuzu hatırlatır. Tabelalar ayrılığı hatırlatır. Sınırları, çaresizliği, zamanın izafiliğini ve beklemenin ne kadar berbat bir his olduğunu hatırlatır. Tabelalar içimizdeki kırılgan, ince damardır. Diğerleri kalbe kan pompalarken, onlar sıkıştırır, kalp ağrısı yaratır. En doğrusu, by pass ile bir an önce intikamımızı almaktır.

Bunu unutmadan not edeyim; "en yakın zamanda bir silah edin."

Foto