1 Şubat 2011 Salı

Ah şu tabelalar



Yılbaşının hemen ertesi günü. Sarıyer börekçisine topluca gidiyoruz ama midem berbat. Arabanın yaptığı her kaviste ağzıma geliyor içkiler, mezeler, kestaneli zavallı hindi. Biraz başım ağrımasına rağmen mutluyum. Mükemmel olması gerektiği söylenen bir gecenin hiçbir zaman mükemmel geçmeyeceğini öğrenecek kadar yaşa, çok güzel geçtiğini anlayacak kadar deneyime sahibim çünkü. Çok güzel bir geceydi ama araba tutuyor şu an beni. Güzel gecenin artıklarıyla arabayı süslemek istemiyorum.

Sol lobum onun bacağının üzerinde. 4 kişi ufacık aracın arkasına sığışmaya çalıştığımız için oldu aslında her şey ama sorun değil. Sevgilim sonuçta. Bir yandan da göz ucuyla rahatsız olup olmadığını kontrol etmek gerek tabi. Ben de 45 kilo sayılmam.

O kadar uzak, o kadar uzak bir yerdeyiz ki şehir denen şeyi görebileceğim işaretlere henüz tanık olmadım. Yani mesela daha hiç süper market göremedim. Yolda yürüyen topuklu ayakkabılar yok, ya da sokakta dolaşan simitçi. Onlar yerine inekler var, çamurlu yollar var, birkaç kurşun yemiş, eğilmiş, bükülmüş tabela var.

Tabelalarla alıp veremediğimiz nedir? Neyin simgesi ki kurşunların hedefi her defasında? Eğer istatistiği yapılıyorsa tahminimce belli bir ırka ya da özelliğe mensup kurbanlar arasında sanırım birinci sırada yer alır. “tabela İt. tabella (tabe'la, l ince okunur) 1. Üzerinde tanıtıcı, belirtici bir yazı, açıklama, işaret veya resim bulunan, tahta veya sac parçası, levha:” Hepitopu bir levha. Tanıtıcı, belirtici açıklamalara ihtiyaç da duyar aslında halkımız, adını sormadan önce nerelisin diye sorar, kürt müsün diye sorar, göçmen misin diye sorar, ne kadar maaş alıyorsun diye sorar. Böyle böyle tanır, nöronlara der ki bunu buraya koy, muamelesi orada görülecek. O halde şehir tabelaları neden hoşumuza gitmez? Yaşadığımız koca şehirde bizim aslında ne kadar küçük olduğumuzu mu hatırlatır egosuna zeval gelmeyen bünyemizde, ya da yükseklerde hissederken birden rakıma mı takılır gözler de inişe geçirir bizi? Yol ayrımları önceden ezberletilmiş bilgiler değil de kendi seçimlerimiz olduğunu mu hatırlatır? Daha da acısı, bu gerçekliğin yüzümüze vurulması mı bizi bozar?

Bilemiyorum, bunu bir araştırmak gerek.

Yol devam ediyor ve bitmek bilmiyor. Radyoda şansa çıkan şarkıların biri iyi, biri kötü. Fena bir ortalama da değil bu. Radyolarla aram olmadığını düşünürsem ertesi gün hediyesi olarak da görebilirim tabi. Pozitifim bugün, melankoli yok.

Sarıyer’e vardık, vardığımız gibi şehir bize nerede olduğumuzu hatırlatırcasına oyununu oynadı. (henüz unutmamıştık ki?) Arabayı park ederken dikiz aynasına çarpan ve umarsızca yoluna devam eden bir şehir ayısı geçti hemen yanımızdan. Ben lobumu hissedemediğimi fark ettim, arabadan çıktım hemen, olay yerini inceliyormuş gibi. Bu tatsız durumu unutmak adına börekçiye attık kendimizi. Az patates, az peynir, az kıyma 1 buçuk olsun abi.

....

Şu an tabiri caizse göt donduran soğuğunda ikimiz sahilde yürüyoruz. Sahilde yürümek martı sesleri, şirin kayıklar, lüks yatlar olarak kodlanmıştır ya, hiçbirinden eser yok etrafta. Martılar dün geceki havai fişeklerden korkup ruhlarını teslim etmişler, denizde leşleri öylece karaya çarpıp duruyor. Şirin kayıkların ve lüks yatların yerini de büyük yük gemileri almış durumda. Sahil değil, Las Vegas’ta Korku ve Nefret. Neyse yine de çok önemli değil, yolun sağındaki saçmasapan yapıları incelemek aklıma erken geldi çünkü.

Tarihi, pörsümüş binalar ve bakımsız balıkçılar sağda sıra sıra dizilmişler. Balıkçıların camlarındaki çirkin 2011 yazıları dikkate şayan. Büyük harflerle başlayıp sona doğru incelen fonetikleri ile yurdum esnafı beni şaşırtmadı. Şaşırtan daha başka, nasıl desem, daha başka bir ayrıntı.

Camlarına 2010 yazan bir balıkçı restoranıyla karşılaştı gözlerim. Adam 2011’i reddedercesine iddialı büyüklükte yazmış bunu. Her cama bir rakam gelmek üzere. İşin daha da garip kısmı rakamlar ters, yani içerdeki insanlar okusun diye ters yazılmış. İçeride yeni yıla girmek istemeyen bir güruh bulunmuş sanırım dün gece. Her yılın bir öncekinden daha tatsız olduğunu düşünsem de, değişen tek rakam insana biraz olsun mutluluk veriyor. Bu adamların alıp veremediği nedir?

Belki de 2011’de başımıza gelecek felaketlerden (öyle mi?) haberdarlar. Bilemiyorum.

Elimi tutan adam iki gün sonra başka bir ülkeye gidecek. Zaten geleli on gün olmamıştı. Daha elinin sıcaklığı elimi ısıtamadan gidiyor yani. Doğru mu yaptığımız, yanlış mı diye düşünmek yerine şu anı birlikte paylaşmanın derdindeyiz. Anın güzelliğini yakalamak önemli. Solumuzda ölü martılar, sağımızda virane dükkanlar, ortalarında biz. Ne kadar fotoğrafik değil mi?

Böyle düşününce kadraja girenler çok hoş değil ama yine de mutluyum. Israrla mutluyum. 2011’e girdiğimiz için değil (felaketler olacakmış zaten, balıkçı lokantasının yalancısıyım), temiz hava yüzünden de değil, herkes işe gidecekken, sonraki günlerde bol bol dinleneceğim için de değil. Gösterdiğim herhangi bir ayrıntıya ne demek istediğimi anlayarak bakan iki koca gözle birlikte, şu buz gibi sahilde yürüdüğüm için. Donduğu halde beni mutlu etmek için Sarıyer’in yarısını arşınlamaya ses etmeyen bir eli tuttuğum için. Ve o el, elimi ısıtmaya bunca uğraştığı için. İki gün sonra elimi ısıtmak için sobaya yaklaştırıp yakacak olma gerçeğim de şüphesiz şu an çok umrumda değil.

Benim neler düşündüğümü, olaylara hangi perspektiflerden baktığımı çok bilmiyor. Her gün kendime karşı ne kadar acımasız eleştriler yaptığımın henüz farkında değil. Başardıklarım ve başaramadıklarım da çok umrunda değil. Öylece bakıyor. Gözlerindeki umut, sevgi, içtenlik içimdeki kibiri, mutsuzluğu ve melodramı o an için alıp götürüyor.

Hiçbir zaman hayattan tam anlamıyla tatmin olamayacağım gibi acı bir gerçek var. Bunun farkındayım. Bu soğuk günde, bu berbat sahnede, bu mide bulantısıyla bile hayatın dramatikliğini düşünmüyorsam, bu bana bir artıdır bence. Hayatıma artı iki koca göz eklendi, önümü daha net görebiliyorum artık belki de. E daha ne, değil mi?

Ama 2 gün sonra gidiyor. 2482.68 km uzağa. 38 metre eklenmiş bir rakıma.

Tabelalarla alıp veremediğimiz nedir? Neyin simgesi ki her defasında kurşunlanır? Onlar bize mesafelerin uzunluğunu, yolların çokluğunu, tercihler yapmak zorunda olduğumuzu hatırlatır. Tabelalar ayrılığı hatırlatır. Sınırları, çaresizliği, zamanın izafiliğini ve beklemenin ne kadar berbat bir his olduğunu hatırlatır. Tabelalar içimizdeki kırılgan, ince damardır. Diğerleri kalbe kan pompalarken, onlar sıkıştırır, kalp ağrısı yaratır. En doğrusu, by pass ile bir an önce intikamımızı almaktır.

Bunu unutmadan not edeyim; "en yakın zamanda bir silah edin."

Foto

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder