14 Şubat 2010 Pazar

Bir Kadın, Bir Kaza

Hafif rüzgar esiyordu. Radyo açıktı, shivaree – i close my eyes çalmaya başladı. Atölyenin ortasında, gözlerim kapalı, çıplak ayaklarla sallanıyordum, ritmi de tutturmuştum yavaştan. Yazın ortasında kendini hissettiren bu hava akımını şu an milyarlara değişmezdim. Biraz kırmızı şarap dökmüştüm kendime, o elimdeydi. Gözlerim kapalı, kendimi hava akımına kaptırmış, parçayı mırıldanırken aklımda tek bir şey vardı; birkaç saat sonrası.
Son resmi yaparken bir ritüel olarak yine üzerimi boyamıştım, kot pantolondan bozma şortum kırmızı mavi renklerle pespayeliğime son noktayı koymuştu. Duş almam, hazırlanmam lazımdı, ama ben hala şarkı mırıldanıp dans ediyordum. Gözlerim kapalıydı.

Sonra bir gürültü duydum. Kedi odanın gölge tarafında yere koyduğum bir sürahi suyu devirmiş, su içindeki buzlarla tahmin edilebilecekten çok daha geniş bir alana yayılmıştı. Ama duyduğum gürültü bu değil, buzlardan birine basıp kayarken, yanımdaki boya sehpasını da yere devirmem yüzünden oluşmuştu.

Düşerken kafamı sehpanın köşesine çarptım, şu an bu sebepten, hala yerde uzanıyorum.

Kafam kırmızı bir gölün içinde, ama sadece kan değil, dökülen guaj boya ve şarap da buna eşlik ediyor. Boya kokusuna bayılıyorum.



Bu oda sandığımdan da büyükmüş, böyle durunca fark ettim. Ah canım tuvalim, kaldın mı öyle?

Resmime bu perspektiften bakmak haftalardır tam olarak anlayamadığım, içten içe sinirimi bozan hatayı bana gösterdi. Sandalyenin açısı, odanınkine uymuyormuş. Demek ki neymiş; çizdiklerime yere uzanıp sağ tersten bakmak gerekiyormuş, bir dahaki sefere yaparım bunu.

Bir dahaki sefere?

Tekir gelip suratımı yalıyor şu an, 2. yılımızda Cem almıştı bu tüy yumağını. Ne yalan söyleyeyim, hiçbir zaman tam olarak ısınamadım hayvancağıza. Bir derdi, yaramazlığı yoktu, fazlasıyla sakindi hatta. Ama bakışlarında her zaman beni iten bir gariplik, belki de bir düşmanlık vardı. Zaman zaman yemeğini vermeyi unutuyordum, ona yormak istiyorum.

Biraz soğuk gelmiş olmalıyım ki geri çekildi, pıt pıt mutfağa doğru gidiyor, maması orda. Giderken geride kırmızı pati izleri bırakıyor, aslında çok da güzel oldu. Neden daha önce düşünemedim ki ben bunu ah! Böyle dekore edeceğim yerleri.

Bak yine gelecek zaman kipi kullandım.

Resim henüz bitmemişti, yazık oldu. Ne olursa olsun, son dokunuşları yapmadan eksik, hayır baktığında da mantıklı bir bütünü var, herhangi bir insan bitmiş zannedebilir bunu. Alp de bitmiş zannedecek. Aman boşver, neye benzerse benzesin, bu saatten sonra iyi para edecek.

Üzülsem mi, sevinsem mi buna acaba?

Sergiye henüz 2 hafta var, daha yapacağım 2 resim vardı. Taslakları kafamda da hazır, tembellikten çizmemiştim. Keşke çizseymişim, sergide özel bir alanda onlar da yer alırdı, ismimin kapladığı alan büyürdü en azından. Neyse artık.

Saatin tik taklarını duyuyorum ama görüş açımda değil, ne kadar zaman geçti acaba? Haydi bir an önce gelsinler de bulsunlar beni. Hem hala neden buradayım anlayabilmiş değilim. Bir ışık filan görmem gerekmiyor mu? Gidip Salvador’a bir selam çakmak, ne kadar ego manyağı bir orospu çocuğu olduğunu hafif bir tebessümle söylemek istiyorum. Muhtemelen Roden’le aynı ateş banyosundadırlar. Sevgililerinin ağızlarına eden pezevenkler. Deha pezevenkler.

Of tekir ya, yine mi! Yeni alışkanlık bu, çöpü karıştırıyor. Tavuklu noodle’dan parçalar ağzında, atölyenin orta yerine gelmiş, ağır ağır yiyor gerzek. Eskiden hiç yapmazdı, büyüdükçe daha da sevimsiz hareketler içine giriyor. Sahibine çekmiş: bana değil, ötekine.

O öteki birkaç saate burada olur. Geldiği gibi havanın sıcaklığından şikayete başlar, sokakta ille sinirini bozacak bir şeyler olmuştur. Ya dolmuş şoförü arıza yapmıştır, ya komşusu şikayetlerine başlamıştır, ya ev arkadaşı bunalımdadır, bu da onu aşırı kıl etmektedir. Sigarası bitmiş, almayı unutmuş da olabilir. Terliyim, ıslağım öpme beni der, hakikaten ter kokar, niyeyse kokunun farkına varmaz. Dışarıdaki sıcağın inadına koyu renk bir tshirt giymiştir. Sen neden gelmedin karşıya der, ama bilirim ki bu yakayı daha çok sever. Bu sıcakta dışarı çıkmak istemez, ben ısrar edince çıkarız ama. Bu sefer sinemaya arıza yapar, çok sıcak der, e klima var içerde işte, hem festival filmi derim, susar. “Aa doğru” demez, suskunluğuyla onaylar beni sadece. Akşama doğru içmeye başlarız, biraz fazla içer, her zamanki gibi kafası güzel olur. Eve geliriz, sarhoşluk yüzünden kısa ve kötü bir sevişme yaşarız, her zamanki gibi. Sabaha karşı azdırırım, yine sevişiriz, bu seferde sabah mahmurluğundan kötü olur. 10 üzerinden 4 olur. Bu yüzden canımdan çok sevdiğim adamın koynundan çıkıp, Şahin’e giderim ben de. Onunla sevişirim, 10 üzerinden 9 sevişirim. Böyle yıllarca devam eder, ederdi, etseydi, edebilemeyecek artık.

2 yarım adamda 1 tam ilişkiyi yaşama günleri bitti.

Yaşama günleri bitti

Hay Allah kahretsin! Telefonumda Şahin’in mesajları duruyor. Şimdi gelecek, hemen olmasa da, birkaç güne görecek Cem. Bu hiç iyi olmadı, artık olmasam da, benim arkamdan kötü konuşması beni üzer. Ölünün arkasından kötü konuşulmazdı hani? Lanet olsun.

Oldu galiba…

Ulan tekir, tek bir gün, hayatında tek bir gün bir işe yarasan da, şu telefonu ortadan kaybetsen. Hemen önünde yavrucum, sabahtan akşama kadar dünyanın en saçma oyuncaklarıyla bıkmadan, usanmadan oynayabiliyorsun, bir de şuna bir el at. Oynarken götür içeriye bir yerlere, ah be keşke…

Bu saatten sonra yapacak bir şey yok. Çok sıkıldım, kan o kadar fazlalaştı ki, görüş alanımın yarısını kapladı. Haydi gelin beni bulun artık. Ben hala burada ne yapıyorum hem. Salvador nerdesin lan!?



Saat kaç oldu acaba? A ha, telefonum çalıyor. Cem’dir. Açmayınca telaşlanır da daha hızlı gelir belki. Hız onun lügatında anlamı olan bir kelime değil gerçi. Sabahları uyanması ayrı dert, hazırlanması ayrı dert, özellikle bir yere yetişmemiz gerekiyorsa oyalanmak için bulacak bir sebep bulması ayrı dert. Benim gibi telaş manyağı birine uymayacak derecede pervasız. Yazın ter kokuyor. Romantizmden nasibini almamış. Sabit görüşlü. Şikayetçi. Sekste ortalama. Çevreme uymayacak kadar uzaylı. Ben senin neyine aşığım diye kaç kere düşündüğümü hatırlamıyorum, hala cevabını bulamadım Cem.

Bak hakkaniyete erdim, hala cevap yok.

Yok, asında var cevabı, Ben biraz acımasızca davrandım, ok. Köfte gibi dudakları var, öpmeye doyamıyor insan. Yatakta sarıldı mı bırakmaz, kurtulmak için uğraştıkça daha da sıkı sarılır, bunun beni nasıl mutlu ettiğini de asla bilmez. Konuşurken gözümün içine içine bakar, dışarıda birinin biraz ilgisini görünce kıskanır, icabına bakar, çaktırmaz. Yazları ter koksa da kendine dikkat eder, kilo aldıysa hemen rejime girer, bir yerine bir şey olursa gider hemen merhemini bulur. Yeteneklidir, hem de dünyalar kadar. Çizdikleriyle başka bir diyara götürür, kurtul etkisinden kurtulabilirsen. Bunca yeteneğe rağmen ölümüne mütevazidir, dağ iken tepeyim der, kazanacağını sanata adar, görüşlerinden ödün vermez, beni kendine daha da aşık eder. Yakışıklıdır da, ama ne o, ne çevresi bunu fark etmez. Kazak da çok yakışır sevdiceğime.

Ama işte, bir ilişkide tam değildir.

Belki de ben fazla tatminsizimdir. Bunları düşünmenin de bir anlamı kalmadı gerçi. Hadi sevgilim gel de son kez güzel yüzünü göreyim. Telefon çalıyor yine. Çok sıkıldım, yeter…

Bugün gideceğimiz filmi kaçırdığıma üzülüyorum, ödüllü bir Fransız filmiydi. 3’lü, hastalıklı bir ilişkiyi anlatıyordu. Bir zaman sonra bu hastalığa herkes alışıyordu, nasıl yapabildiler acaba? Ben nasıl yapabildim acaba?

Bunca zamandır onu aldatsam da içimde bir gram pişmanlık duygusu yok, bu nasıl normal olabilir? Ben bu adamı seviyorum, yani bir şeyler rahatsız etmeli beni değil mi? Bu aldatmaca tek gecelik, hadi olmadı, 2-3 kerelik bir şey değil ki. 4 senedir her allahın günü devam etmekte. Acaba başından beri buna alışmış olmak mı beni rahatsız hissettirmeyen? Ee sonsuza kadar böyle mi devam edecek? Edecekti? Filmi izleseydim anlardım belki. Neyse artık. Telefon çalıyor.



Ses! Biri asansörü çağırdı, duyuyorum. Geldi güzel gözlüm. Belki de onu son bir kez görmek için hala buradayım. Bu da cehenneme gitmeden benim payıma düşendir belki. Güzel bir hediye, teşekkür ederim.

Kapı çalıyor, e anahtarın var açsana. Hiçbir zaman o anahtarı kullanmadı, benim kapıyı açmam hoşuna gidiyormuş, budala Ama şu an budalalığın hiç de vakti değil, haydi aç şu kapıyı tatlım. Beni bu halde, kanlar içinde bulmanı istemesem de, gördüğüm son şeyin, böyle hastalıklı bir ilişkiye rağmen, sen olmanı istiyorum. Seni gerçekten, ama gerçekten deliler gibi seviyorum.

Anahtarın sesi duyuldu, açıyor kapıyı. Ne tepki verecek acaba? Çok üzülecek, özür dilerim tatlım, ama her şey aldığın pis tüy yumağının suçu!

Kapı açıldı, beni şu an göremiyor. Ben de onu göremiyorum, ama yaklaştı, ayak seslerini duyabiliyorum.

- Aysu? Evde misin? A… Allah kahretsin! Allah kahretsin! Aysu, beni duyabiliyor musun, Aysu?
- Duyuyorum seni, ve bu nasıl mutlu edici bilemezsin. Saçlarını kestirmişsin, bu muydu sürprizin
- Aysu, nolur cevap ver!
- Son birkaç saniyem sanırım, daha da yaklaş tatlım, terli de olsa, tenini son kez doya doya koklayayım.
- Aysu! Nabız? Nasıl bakılırdı bu? Aysu? …. Kalbi, evet kalbi! Aysu, beni duyabiliyor musun? Yaşıyor, tanrım, yaşıyor! Aysu?!
- Ne? Allah kahretsin mesajlar!


...



Ambulans çağırdım hemen. Öylece yatıyordu, üzerinde en sevdiğim şortu, en sevdiğim haliyle, olabildiğince pespaye. Yüzünün bir bölümü uzun süredir kan gölünün içindeydi, kaldırdım hemen. Sarsmamaya çalıştım. Nefes alıyordu, ama tepki vermiyordu. Hıçkırıklardan neredeyse adresi tam veremeyecektim. 2 dakika sonra ambulans geldi, hastane zaten dibimizdeydi. Ben kendimde değildim. Kapının çalındığını bile duymamışım, kırmışlar. Hemen beni yanından uzaklaştırıp sedyeye koymak için hazırlamaya başladılar. Bir boyunluk taktılar, nabzına, kalp atış ritmine baktılar. Birbirlerine anlayamadığım bir şeyler söylediler. O sırada gözlerim tuvaldeydi. Ona bakmak ve hıçkırmak dışında tepki vermiyordum. Görevlilerden biri geldi, biraz sarstı beni, ben hala tuvale bakıyordum. Güzel olmuştu, ama son rütuşları kalmıştı. Resimleri bitmese de güzel derdim hep, kızardı sonra daha busu var busu var diye. Ukalalık olsun istemezdim aslında sadece, ama anlamaz, kızmaya devam ederdi. Kızınca çok güzel oluyordu… Beni kaldırdılar yığıldığım yerden, onunla aynı ambulansa koydular, sanırım bayılmışım, ya da öyle bir şey. Gözlerimi açtığımda yanımda bizimkiler vardı, bir yatakta serum yemiş yatıyordum. Parçalarcasına çıkardım serumu, “Aysu!” dedim. “Aysu nerde?” Ameliyattaymış. Tam 7 saattir ameliyattaymış. Ameliyathanenin kapısının önüne gittim, çok gücüm yoktu, bir sandalyeye oturdum, bizimkiler de yanıma çöktüler. Bana sorular soruyorlardı ama ne kimseye tek laf anlatacak takatim vardı, ne de olanları hatırlamaya niyetim. Bugün uzun zamandır istiyor diye saçlarımı kestirmiştim, onu mutlu etmek istemiştim. 4 yıldır deliler gibi mutlu bir ilişki yaşamıyorduk, onun sevgisini kaybetmek istemiyordum. Bu halimle çok da mutlu edemediğimin farkındaydım, ama istesem de, bir başkası gibi nasıl davranabilirdim? Ben böyleydim; asabi, şikayetçi, memnuniyetsiz… ama o anlardı beni, sadece biraz daha mutlu olsun istemiştim. Liseden beri kestirmediğim saçlarımı bu yüzden, daha bu sabah Ahmet abiye gidip kestirdim. Adam şoka girdi. Çocuklar da bir garip bakıyor zaten.

Doktor çıktı ameliyathaneden, anlayamadığım bir şeylerden bahsetti, komplikasyon kelimesini yakaladım sadece. Anlamıyordum söylediklerinden bir şey. Yakasına yapıştım, zor kurtardı bizimkiler. Ama adamın suratında kızar bir ifade yoktu, alışkındı herhalde. “kısaca” dedi, “beyni çarpma sırasında hasar görmüş, tüm vücudu felç olmuş. Algılarının durumunu, 1-2 hafta sonra, yoğun bakımdan çıkınca anlayacağız. Geçmiş olsun…”

Geçmiş olsun…

Şu durumda söylenecek en saçma şey.

Şimdi 9 gündür hastanedeyim. Hala uyanmadı. Haftaya sergi var, 7 tane resmi var koyacağı, aslında 9 olacaktı, ama onları yapamadı. Olsun, iyileşince yapar. İyileşecek. Bunu ummaktan başka şansım yok. Ailesinin numarası olmadığından çocuklardan biri eve gidip cep telefonunu aldı, aradım, kaza gününün akşamında uçakla geldiler hemen. Onlar da benim gibi, 9 gündür hastane sandalyelerinin rahatsızlığını kemiklerinde hissetmekteler.

Birkaç gün önce telefonu biraz karıştırdım. Malum, hastane ortamında çok da yapacak bir şey yok. Şahin diye bir herifle mesajlaşmışlar, hayatımda ilk defa duyuyorum ismini. Sanırım beni aldatıyordu, ama umrumda değil. Sadece iyi olsun, başka bir şey istemiyorum.
Bu gece nöbet sırası bende, gidip bir kahve alayım.
Açacaksın gözlerini tatlım, bugün, olmadı yarın…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder